Tarihe Layık Bir Gelecek Ankara’da Başlamaz!

 Tarihe Layık Bir Gelecek Ankara’da Başlamaz!

“Ermenistan’ın güney komşusu İran ile dostane olan komşuluk ilişkiler koparılmak, İran ise jeo-politik olarak kuşatılmak isteniyor. “Turan yolu” ile Türki devletlerine ulaşım sağlanırken, İran’a saldırılar için en uygun yer olmasıdır.”

18 Temmuz 2025

Ermeni Soykırımı’nın mimarı, planlayıcısı ve uygulayıcısı, Sadrazam, Dahiliye Nazırlığı ile Posta Telgraf Müdürlüğü görevlerinde bulunan, eli kanlı bir katil olan Mehmet Talat hakkında yürütülen tartışmalar halen devam ediyor. Tartışma Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın soykırım faili M.Talat adına bir anıt açılışı yapmasıyla başladı. DEM Parti Mardin Milletvekili George Aslan’ın Meclis kürsüsünden Mansur Yavaş’ı eleştirdi. 1915 Ermeni soykırımından bahsedip; “1915’te öldürülen, sürgüne gönderilen, malları gasp edilen, Ankara ocağında on binlerce Ermeni için bir anıt dikilmesi gerekirken, onlara ölüm emrini veren için anıt dikildi. Bu halk için bazı kişiler kahraman olabilirler ama başka halklar için bu insanlar kahraman değil, birer katildir” deyince kıyamet koptu.

Milliyetçi, ulusal faşist kesimler M.Talat’ı savunurlarken, Alevi-sanatçı kimliği ile tanıdığımız Sabahat Akkiraz’ın “Talat Paşa kahramandır” diye tweet atması, sol-sosyalist-ilerici ve Alevi halkı tarafından tepkiyle karşılandı. Akkiraz; yerel seçimler öncesi “Afyon Belediyesi seçildiğimde, Afyonkarahisar kapılarını, DEM Parti hariç bütün siyasi partilere açık olacak” açıklaması yapan belediye başkanı Burcu Köksal ile Hrant Dink katliamına giden yolun zeminini hazırlayan, linç girişimleri ile tanıdığımız Veli Küçük’ün kızı avukat Zeynep Küçük ile M.Talat’ı savunanlar ile aynı kare içerisinde görülmesi kendisi açısından ibret vericidir.

Devletin Alevi sanatçısı olur da devletin “devrimcisi-aydını” olmaz mı? O da Merdan Yanardağ’dır. M.Talat tartışmalarına katılan, Tele1 televizyonu Genel Yayın Yönetmeni M.Yanardağ, bir yandan “sol”cu olduğunu anlatırken diğer yandan M.Talat’tan övgüyle bahsetmektedir. M.Yanardağ’a göre “Jön Türkler ile İttihatçılar devrimci ve aydınlanmacıdır. Hürriyet devriminin mimarlarıdır, 1908 demokratik bir devrimdir, Ermeni soykırımı son derece tartışmalıdır.”, M.Yanardağ’ın program ekürisi “aydın” Emre Kongar ise tarihin en eski ve kadim halklarından Ermenilerin “Yerevan’a sonradan gelip yerleştiklerini, Türk şehri olduğu” tezlerini savunmaktadır. Halkımızın deyimiyle “tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş!”

Tarihi gerçeklere eğer doğru pencereden bakılacak olunursa, İslamcı-dinci politikaları ile 30 yıl iktidarını sürdüren Abdülhamit rejimi, Türk muhalifler, Jön Türkler, liberaller, Ermeni Devrimcilerin de içinde yer aldığı mücadeleyle devrilmiştir. Jön Türklerin iktidar yürüyüşü, 1907’de Paris’te Kongre örgütlenmesi ile başladı. Jön Türklerin niyeti sonradan anlaşıldığı üzere ülkeye demokrasi ve özgürlüklerin getirilmesi değildi. Parçalanmakta olan Osmanlı İmparatorluğu’nu eski gücüne getirmekti. 1908 Hareketi, Abdülhamit Pan-İslamizm’ine karşı, Pan-Türkçülük-Pan Turan hareketine dönüşmüştür. İlk günkü “özgürlük-eşitlik-adalet” söyleminden uzaklaşmışlardır. Giderek 1908 Hareketi, Ermeni-Süryani-Kıldani halklara karşı, zulüm hareketine dönüşmüştür. Ermeni soykırımının ilk provası daha uzun bir zaman geçmeden bir yıl sonra, 1909 senesinde Adana katliamları ile örgütlendi. Bu katliamda 30.000 Ermeni katledildi.

Dolayısıyla kendisine devrimciyim, aydınım diyen bir kişi açısından 1908 süreci iyi değerlendirilmelidir. Bu konuda proletarya partisinin görüşü şu şekildedir: “20. yüzyılın başında Türkiye’de kapitalizm hakim değildi. Zira emperyalizmin varlığı, sömürge ve yarı-sömürgelerde ulusal ve demokratik devrimleri birbirine bağlaması ve bu gibi ülkelerde demokratik devrim çağının açılması için altyapıda kapitalizmin hakim hale gelmesini de bir ön koşul olmaktan çıkardığı içindir ki, Türkiye’de 1908-1923 süreci gündeme geldi. Demokratik devrim sürecini başlatan ve bu anlamıyla demokratik muhtevaya sahip olan 1908 Hareketi oldu. Ancak 1908-1923 süreci, gerçek bir anti-emperyalist muhtevaya sahip değildi. Bu süreç, Türk ticaret burjuvazisinin, ulus ve azınlık milliyetlerden kompradorlarla ancak 1923’te sonuçlanacak olan iktidar mücadelesini içeriyordu.” (Program)

1908’le başlayan süreç gerçekte Türk burjuvazisinin kendisine “ulus yaratma” ve pazara tek başına hakim olma sürecidir: “Türk hakim sınıflarının asıl amacı, ulus devletini yaratmaktır. 1908’le birlikte, 1912’de belirginleşen, 1915’le somutluk kazanan ve 1923’e kadar devam eden Ermeni, Rum, Ezidi, Pontus, Süryani, Keldani vd. Müslüman olmayanlara karşı 20. yüzyılın ilk soykırımını gerçekleştirdiler.” (Program)

Jön Türkler, İttihatçılar ve ardından Kemalistler, Türk burjuvazisinin çıkarları için siyaset yürütmüşlerdir. M.Talat bu tarihsel kişiliklerin önde geleni ve eli kanlı olanlarından biridir. M.Talat’a ait olan birkaç telgraf, onun kim olduğunu ve kime hizmet ettiğini çarpıcı bir şekilde gösterir: “Ermeni politikamız kesinlikle sabittir, hiçbir şey bunu değiştiremez. Anadolu’nun hiçbir yerinde Ermeni kalmayacak. Ancak çölde yaşayabilirler.”

Halep Valiliğine, No 691, 23 Kasım 1915 tarihli telgraf: “Orada sizin elinize teslim edilen, Doğu vilayetleri Ermenilerini gizli yollardan ortadan kaldırınız.”

Halep Valiliğine 16 Eylül 1915 tarihli telgraf: “Hükümetin, cemiyetin emirleri ile Türkiye’de yaşayan Ermenilerin hepsini ortadan kaldırmaya karar verdiği size ilk başta iletilmişti. Bu emre, karara karşı çıkanlar, İmparatorluğun resmi memuriyetinde kalamazlar. Alınan önlemler ne kadar üzgün olursa olsun, Ermenilerin varlığına son verilmelidir. Ve ne yaşa, ya da cinsiyete, ne de vicdani karşı çıkışlara itibar edilmemelidir.

Bu birkaç telgraf bile M.Talat’ın nasıl bir “kahraman” ve kimin “kahraman”ı olduğunu kanıtlamaya yeter da artar bile. Soykırım suçlusu bir katilin “yeniden kahraman” ilan edilmesinin arkasında uluslararası alanda ve Türkiye’de yaşanan politik gelişmelerin etkisi vardır. Uluslararası gericilik “yeni Hitler”leri sahneye çıkarırken, Türk hakim sınıfları da bu gelişmelerden bağımsız bir siyaset izlememektedir. Bu durum M.Talat gibi bir katilin “kahraman” olarak ilan edilmesine neden olmaktadır.

Dünya diken üstündePaşinyan pazarlıkta!

Son bir ay içerisinde dünyada, siyasi, ekonomik ve toplumsal gelişmelerin merkezinde olan Ortadoğu, 12 Haziran’da başlayan 12 gün süren İsrail-İran savaşı, yeni bir emperyalist paylaşım savaşı endişelerini artırdı. Dünya jandarmalığına soyunan ABD emperyalizminin saldırılarını artırdığı; uluslararası sözleşmelerin geçersizleştiği, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin en temel kuralı olan “Yaşam Hakkı”nın hiçe sayıldığı, sadece İsrail devletinin güvenliğinin sağlanması uğruna binlerce insanın hayattan koparıldığı, Filistin halkı dünyanın gözleri önünde soykırımdan geçirildiği, “kimin gücü, kime yettiği” olağanüstü koşullardan geçiyoruz.

Ortadoğu’dan sonra emperyalist güçlerin birbirleri ile savaştıkları, savaşların eksik olmadığı Kafkasya coğrafyası gelmektedir. Kafkaslar’daki çelişkiler, iktidar kavgaları, dünyadaki gelişmelerden bağımsız değildir. Tam ortasındadır. Gürcistan’da, Ermenistan’da, Ukrayna’da iktidar değişiklikleri, halklara savaş, yıkım, binlerce ölü ile onarılmaz yaralara neden olmuştur. 1991 yılında SSCB’den ayrılarak “bağımsız”lığını kazanan Ermenistan, bundan farklı değildir. Petrosyan, Koçaryan, Sarkisyan dönemlerinde yaşanan yolsuzluklar, halkın öfke patlamasına dönüşmüştür. Azerbaycan-Ermenistan savaşlarında (1988-1992) nüfuzlarını kullanarak iktidara gelen bu kişiler, süreç içinde savaş ağalarına dönüşmüşlerdir. Halkın bu iktidarlara yönelik senelerdir biriken öfkesini çok iyi kullanan Nicol Paşinyan’ın, Gümrü’den (Leninagan) başlatmış olduğu uzun yürüyüş eylemi, Yerevan’da sokak eylemleri ile devam etmiş, 2018 yılında Ermenistan’da iktidarı ele geçirmiştir.

Ermenistan’da “Kadife Devrimi” ile iktidara yerleşen Paşinyan’a en büyük destek Macar asıllı, Amerikalı milyarder, dünyanın birçok yerinde ABD lehine “devrim”lerin finansmanını sağlayan, Açık Toplum Vakıfları ile tanınan, eğer hatırlanacak olunursa bir dönem Yugoslavya’nın parçalanmasında, Gürcistan-Ermenistan ayaklanmalarında da adı geçen Georges Soros’tan geldi. Paşinyan, iktidarda bulunduğu yedi yıl içerisinde ABD-AB ile ilişkilerin geliştirilmesine çalıştı.70 yıldır devam eden Rusya bağımlılığına karşı politikalara karşı gelerek yüzünü ABD-AB’ye döndü. Ermenistan’da şimdiye kadar uygulanagelen politikaların aksine, “Gerçek Ermenistan” diyerek yeni bir dönem başlattı. Batı Ermenistan’ın 1915 Soykırımı konusunda, hem de yetkili ilk ağızlardan birisi olarak gölge düşürecek, kuşku uyandıracak açıklamaları ile Türk ve Azeri devletlerinin arayıp da bulamadığı bir “lider” konumuna geldi.

Paşinyan iktidarı Ermenistan’ın işgali altında bulunan Azerbaycan’ın yedi reyonunu, 2020 yılında 44 günlük savaşta önceden planlandığı gibi teslim etti. En önemlisi Artsakh’ı (Dağlık Karabağ) Prag’da Avrupa Topluluğu zirvesinden sonra “Artsakh, Azerbaycan’ın bir parçasıdır” diyerek Azerbaycan’ın resmi tezini tanıdı. 2023 yılında yine anlaşmalı olarak, Ermenilerin 3000 yıldır yaşadıkları topraklardan çekilmeleri için karar aldı. Artsak halkı sahipsiz ve yalnız bırakıldı. “Savaş kaybetmiş” ve Artsakh’ı teslim etmiş olan Paşinyan, Artsakh’ın bir dönem cumhurbaşkanlığı, savunma bakanlığı, bakanlar ile milyarder iş insanlarını Azerbaycan’a teslim etmekte tereddüt etmedi. Bugüne kadar, rehin tutulan yöneticiler savunmasız bırakıldılar. Paşinyan’ın politikaları Azerbaycan-Türk devletleri tarafından memnuniyetle karşılanmaktadır.

Paşinyan’ın Ermeni tarihi, Ermeni kültürü, Ermeni egemenliğini red ve inkar eden politikalarına ilk olarak karşı gelen Raphael Lemkin Enstitüsü oldu. Enstitüsü’nün “Ermenistan Başbakanı Paşinyan’ın devam eden inkarcı söylemlerine ilişkin” kamuoyuna açıklamaları oldukça önemli ve uyarı niteliği taşımaktadır. Enstitüsü’nün açıklamalarında “Ermeni soykırımını red eden, Türk inkarcı söylemlerini yansıtıyor”, “Ermeni soykırımını inkar etmenin arkasında gizli bir gündem var”, “Ermenistan kontrolünde kalan topraklara karşı askeri eylemde bulunma konusunda cesaretlendirme riski taşıyor”, “soykırım ‘neden oldu’ diye haklı göstermeye çalışıyor”, “Türkiye ve Azerbaycan’ın soykırımdaki rolüne şüphe uyandıran, Türkiye ve Azerbaycan’ın inkarcı söylemlerini bir kez daha desteklemektedir“, “Paşinyan açıklamaları ile Ermenistan egemenliği, tarihi ve kültürünü tehlikeye atmaktadır. Türkiye ile Azerbaycan Ermeni kimliğinin altını oymak için yeni bir araç sağlamaktadır. Ayrıca soykırım kurbanlarının anısına torunlarına karşı da büyük bir saygısızlıktır” vb. uyarılarında bulunuldu.

Paşinyan iktidarı ile Kilise arasında mücadele

Bugün Ermenistan’da Paşinyan İktidarına karşı, halkın öfkesi Ermeni tarihi, kültürü ve egemenliğini savunma mücadelesidir. Haziran 2026’da yapılacak seçimlerde, Paşinyan Hükümeti iktidarını kaybetmemek için muhalefet üzerinde baskısnı artırmış durumundadır. Devrimci önderlikten mahrum, geçmiş dönemlerde iktidarda kalmış ama teşhir ve tecrit olmuş yönetimler güven vermezken, muhalefet olarak ön plana çıkan 1700 yıldır varlığını sürdüren Ermeni Apostolik Kilisesi olmuştur.

Azerbaycan’ın tehditleri karşısında taviz vermekte sınır tanımayan Paşinyan iktidarı, son olarak stratejik konumda olan aynı zamanda Gürcistan’a açılan dört köyün Azerbaycan’a teslim edilmesiyle başlayan gösterilere önderlik eden Bağrad Galstyan’ı hedef tahtasına koydu. Birçok ruhani lider ile politikacı Paşinyan’ın Erdoğan ile görüşmesinden sonra komplolar ile tutuklandı. Paşinyan, bir başbakana yakışmayan dil ile saldırgan bir tutum sergilendi. Paşinyan iktidarının kamuoyu araştırmalarında % 10’lara inen halk desteği, Gümrü’de (Leninagan) belediye seçimlerinin kaybı, hesap verme korkusu ve paniği içerisinde muhalefette öne çıkan kesimlere yönelik saldırı dalgası başlattı. Ermeniler için önemli olan Eçmiadzin kilisesi ile Katolikos Karekin II’ye özel kuvvetler eşliğinde gözaltı operasyonu gerçekleştirdi. Şirak Bölgesi ruhani lider Mikayel Acbahyan’ın tutuklanmasına ise halk tepki göstermiş, sahiplenmiştir.

Ermenistan Cumhuriyeti Anayasası, Eçmiadzin Kilisesi’nin özel statüsünü tanımlarken, kilise ile devletin ayrıldığını belirtmektedir. Paşinyan iktidarının bu hamlesinde, kendisine karşı gelişebilecek olası muhalefeti büyümeden ezmek ve kilisenin özerk statüsünü ortadan kaldırmaktır. Çünkü kilise Paşinyan iktidarına yönelik eleştirisel tutumunu en başından beridir sürdürmektedir. Örneğin kilise, 44 günlük savaşta Paşinyan’ın istifası istemiştir.

Paşinyan iktidarı bu nedenle kiliseye yönelmiş ve “terör eylemi düzenlemek”, “iktidarı ele geçirmek”, “darbe planlamak” gibi bahanelerle tutuklamalar gerçekleştirilmiştir. Tutuklamalar arasında en dikkat çekici olan ise Ermeni asıllı Rus milyarder olan Samuel Karapetyan olmuştur. Bu kişiye “Rusya hesabına darbe planlamak”, “iktidarı ele geçirmek çağrıları” suçlamaları yöneltilmiştir. S.Karapetyan kiliseye destek çıktığı için tutuklanmıştır. Bu kişinin ön plana çıkan özelliği tüm muhalif kesimleri birleştirme gücüne sahip olmasıdır. Bu nedenle tehlikeli olarak görülmüş ve tutuklanmıştır.

Yedi yıldır iktidarda iken bugün Karekin II’ye yönelik, “çocuğu var”, “bekarlık yeminini bozdu” vb. suçlaması inandırıcılıktan uzaktır. Saldırıların esas kaynağı Karekin II’nin İsviçre’de, Artsakh mimari ve kültürel mirasının korunmasına adanmış bir konferansa katılması ve bu konferansta yapılan tartışmalardır. Bu toplantı, Azerbaycan’da rahatsızlık ve endişe yaratmıştır. Aynı şekilde Paşinyan da bu toplantıdan rahatsız olmuştur. Azerbaycan’ın ruhani lideri Allaha-şükür Paşazade, Mayıs 22’de “Ermeni kilisesi bölgedeki tüm ülkeler için bir tehdit” olduğunu açıklamıştır. Bu açıklamadan sonra 29 Mayıs’ta Paşinyan, Karekin II’ye yönelik çok ağır bir dil kullanarak saldırı kampanyası başlattı.

Eş zamanlı olarak Azerbaycan internet siteleri ve çok sayıda resmi ağızdan Paşinyan’ın, “faşistlere karşı iyi bir mücadele, başlattığını, Ermeni Apostolik kilisesini bu faşistlerin başı olarak gördükleri” yönlü haber ve açıklamalar yapıldı. Bu saldırıların sebep ve sonuçları ortadadır. Azerbaycan’dan gelen emir ve talimatlar doğrultusunda, Ermeni kimliğinin sembolü olan Eçmiadzine karşı saldırı kampanyası başlatılmıştır. Bu kampanyanın adına da “Patrikhaneyi özgürleştirme” denilmiştir. Her seferinde olduğu gibi baskıları meşrulaştırmak için kilisenin, eski yönetimler olan Koçaryan-Sarkisyan’lar ile “hükümete darbe planlamak” planı olduğu propaganda edilmiştir.

Yaşanan gelişmelere ve “darbe planı” gerekçesiyle tutuklamalara dair Ermenistan basınında yapılan açıklamalar, meselenin iç yüzünü gösterir niteliktedir. Örneğin Ermenistan Eski Dışişleri Bakanı Vartan Oskanyan, “Tarihe layık bir gelecek Ankara’da başlamaz… Ermeni Halkı yanıltılmamalı… Bu diplomatik bir başarı değil, 2018’de başlayan ve bugün geri döndürülemez olma riski taşıyan yedi yıllık ulusal aşağılanmanın doruk noktasıdır… Azerbaycan ile sözde Barış Anlaşması, Ermenistan’ın ulusal çıkarları değil, Paşinyan Hükümeti’nin siyasi çıkarlarına hizmet etmektir… Ve Azerbaycan ve müttefikleri için bu zafer anı saldırganlıklarının sonuçlarını hiçbir taviz vermeden resmi olarak resmileştirme fırsatıdır… Tarih, baskı altında imzalayıp bunu ‘barış’ diyenleri asla affetmeyecektir. Ve gelecekteki hükümetler adaletsizliği resmileştiren ve Ermeni Halkının haklı haklarını unutan bir belgeye bağlı kalmayacaktır…Ermenistan bu gerçeği hak etmiyor. Ermeni Halkı barışçıl bir arada yaşaması itaatkar bir teslimiyetten ve onurlu barışı aşağılanmadan ayırt edebilen bir liderliği hak ediyor…” ifadelerini kullanmaktadır.

Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Levon Der Bedrosyan, Karekin II ile yaptığı görüşme sonrası yaptığı açıklamada; “Paşinyan yenilginin kesinleşmiş halidir. O Artsakh savaşını utanç verici bir şekilde kaybetti ve Ermeni Kilisesine karşı ilan edilen savaşı da şüphesiz kaybedecektir…” ifadelerini kulandı.

Avukat ve İnsan Hakları savunucusu Ruben Melikyan ise; “Yaşananlar bunun açıkça siyasi bir zulüm olduğunu teyit etmemizi sağlayacak unsurlar içeriyor…” açıklamasında bulundu. Paşinyan’ın eski danışmanı, Arsen Gasparia; “Darbe girişimi olmadı, bu siyasi zulümdür” dedi. Politikacı Andreas Khukasian, “Muhalefetin başını kesmek istiyorlar, amaç bu darbe bir komedi, kendisi sokak protestolarında grevlere ve hükümet binalarının ele geçirilmesine öncülük ettikleri yıllarda Paşinyan’ın müttefiki idi…” derken Alen Simonyan; “Batı, Türkiye ve Azerbaycan ile ittifak politikasının meşrulaştırmak için Rusya’yı bir darbe girişimine dahil etmeyi amaçladığı açıktır…” ifadelerini kullanmıştır.

Savunma Avukatı Sergey Harutyunyan, “Başpiskopos Bagrat ve diğer 15 muhalife yönelik tutuklama emirleri bir saçmalık ve geniş çaplı bir siyasi zulümdür…” şeklinde konuştu.

Amaç Zangezur Koridoru’nun ele geçirilmesidir!

Ermeni soykırımı yapmış, 100 yıldır Ermeni düşmanlığında sınır tanımayan, konjonktürün müsait olması halinde, Ermenilere, Ermenistan’ın varlığına son verecek, Pan Türkizm ideolojisi ile kuşanmış olan Türkiye ile Azerbaycan’ın hiçbir zaman olmadığı kadar Paşinyan iktidarını övmeleri tesadüfi değildir. Türk devletinin sevdiği bir politikacı olarak Paşinyan, R.T.Erdoğan’ın davetlisi olarak 20 Haziran’da İstanbul’da ziyaretlerde bulunmuş, Erdoğan’la sarayında görüşmüştür. Türk medyası bu görüşmeyi “tarihi bir olay” olarak haberleştirmiştir Türkiye ile Azerbaycan’a bir daha hiçbir zaman mümkün olmayacak tarihi tavizler verdiği için Paşinyan kıymetli ve değerli olmuştur!

Paşinyan, Erdoğan ile görüşmesinden önce Ermeni toplumunun vakıfları ve ileri gelenleri ile buluştu. Türkiye Ermenileri Patrikhanesi’nin Paşinyan ile görüşmelere kapalı olması, gazetelerde “Patrikhane tarihi ziyareti es geçti”, “Paşinyan Ermeni toplumu ile buluştu, Patrikhane ‘dersi’ ekti” vb. vb. olarak haberleştirildi. Ermeni Apostolik Kilisesine yapılan saldırı, tüm dünya Ermenileri tarafından tepkiyle karşılanmış, saldırgan, tasvip edilmeyen dil kullanılması, Ruhani liderler ile birçok kişinin tutuklanmaları, Brüksel’den Paris’e, Viyana’dan Marsilya’ya kadar birçok diaspora merkezli şehirlerde kınanmıştır. Ermeni kimliğinin manevi kalbi olan Eçmiadzin’i kendi inkar ve red politikalarına dahil etmeye çalışan, Paşinyan’a karşı çok etkili bir kurum olan kiliseye savaş açması, ülkede iç çatışmalara zemin hazırlamaktadır.

Türkiye Ermeni toplumunun ileri gelenlerinin yürütmüş olduğu Hakikat Mücadelesinin büyük bedeller ile yürütüldüğünün farkındayız. Türkiye’de insan Hakları, demokrasi ve hukuk mücadelesinin en keskin savunucuları olurken, aynı şekilde Paşinyan iktidarının muhaliflere, halka, kiliseye karşı tutuklama, hapis cezaları uygulamalarına sessiz kalmak, doğru bir yaklaşım değildir. Unutulmamalıdır ki, Paşinyan’ın kendisi de iktidara gelirken sokaklarda, işgallerde, polis ile arbedelerde günlerce süren olaylarda yer almıştı. Bu çifte standart içeren bir yaklaşımdır. Haksızlığa karşı dünyanın neresinde, hangi kara parçasında olunursa olunsun karşı gelmek doğru tutum olacaktır. Ermeni ileri gelenleri, Patrikhane’nin tutumundan geri kalmıştır.

Taviz vermekte sınır tanımayan Paşinyan, İttihat ve Terakki geleneğinin bugün devamı olan TC devletinin sanki Filistin halkına karşı girişilen soykırımda hiçbir rolü yokmuş, 2023’de Artsakh’ı işgal edilip yüz bin Ermeni’nin tehcir edilmesinde rolü yokmuş gibi, Kafkaslar ile Ortadoğu’yu kan gölüne çevirenlerden değillermiş gibi, “Türkiye, Ermenistan için tehdit değil” diyerek Ankara’yı hiç tanımadığını göstermektedirler.

Ziyaretin ardından kamuoyuna yapılan açıklamada, her zamanki diplomatik üslup kullanılırken, diplomatik ilişkilere ters Paşinyan ile Erdoğan baş başa görüşmüş, Zangezur Koridoru meselesi ise gizli tutulmuştur. Her konuda olduğu gibi, bu konuda taviz verilip verilmediği ileride muhakkak ortaya çıkacaktır. 2021 yılında Antalya Diplomasi Forum’unda karar altına alınan Türkiye ile Ermenistan ilişkilerinin “normalleşme”sinde hiçbir adım atılmamıştır. İpe un serilmiştir. Halkortadoğu, savaş, türkiye, ermenistan,

aldatılmıştır. Sebebi, Ermenistan ile Azerbaycan arasında süregelen “Barış Anlaşması”nda Azerbaycan taleplerinin henüz yerine getirilmemiş olması olarak açıklanmaktadır.

20 Haziran’da Türkiye’den “sınırların açılması” talebi, Azerbaycan-Ermenistan Anlaşmalarına bağlı olduğu bir kez daha doğrulanmıştır. Paşinyan’ın şimdiye kadar tavizleri arasında, Artsakh’ın teslim edilmesi, Ermenistan hakkında şüpheli açıklamaları, Ermeni tarihi, kültürü ve egemenliğinin müfredattan çıkarılması, Azerbaycan’ın isteği olan Anayasa’nın “bir daha hiçbir toprak ile hak talep edilmeyecek” şekilde değiştirilmesi, en önemlisi Nahıçevan-Azerbaycan güzergahından Türki devletlerine açılacak “Turan Yolu”nun, yani Zangezur Koridoru’nun Azerbaycan egemenliğine verilmesi konusunun konuşulduğu anlaşılmaktadır.

Türk İslam Devletleri Teşkilatı’nın 20-21 Mayıs 2025 tarihinde yapılan toplantısında alınan resmi olmayan kararlarında Erdoğan’ın; “Türk devletleri ile birleşmemizde Zangezur Koridoru bizim için stratejik önemdedir” açıklaması yapması tesadüfi değildir. Zangezur Koridoru’nun savaş yolu ile el konulacağı ve açılacağı her zaman Azerbaycan tehditleri arasında bulunmaktadır. “Barış Anlaşması”, “normalleşme” görüşmelerinin yapıldığı anlarda bile Syunik Bölgesi’nde halk ateş, taciz atışları ile zorla göçe zorlanmaktadır. Uydurma gerekçelerle Syunik’te savaş çıkması her zaman ihtimaller arasındadır.

Bundan sonra tartışmalar merkezinde Zangezur Koridoru olacaktır. Bu bölgenin neden önemli olduğu İsrail-İran arasında yaşanan 12 günlük savaşta ortaya çıktı. Ermenistan’ın güney komşusu İran ile dostane olan komşuluk ilişkiler koparılmak, İran ise jeo-politik olarak kuşatılmak isteniyor. “Turan yolu” ile Türki devletlerine ulaşım sağlanırken, İran’a saldırılar için en uygun yer olmasıdır. Nitekim 12 günlük savaşta Nahıçevan-Karabağ ile Azerbaycan toprakları kullanıldı. İran sınırında istihbarat faaliyetleri yanısıra, İHA üsleri inşa edildi. Tebriz ile Tahran’ın vurulmasında, İHA’ların Azerbaycan’dan havalandıkları belli oldu. İsrail ile stratejik müttefik olan Azerbaycan, İran’a saldırıların merkez üssü konumundadır. İ.Aliyev, “siyonist rejimin bölgedeki ikinci kolu olarak çalışmaktadır.” İran, Katar’ı füzelerle bombalandığı gibi, “Bakü’nün de aynı şekilde bombalanacağı” tehdidinde bulunmuştur. İsrail’in petrol ihtiyacı Azerbaycan’dan, İstihbarat Kürecik Üssü’nden, lojistik ile askeri ihtiyaçları son ana kadar Türkiye’den karşılandığı ortaya çıkmıştır. İran’ın düşmesini en çok isteyen Azerbaycan İran’da yaşayan Azerilerin yaşadığı topraklara çökme hevesinde iken, sonrasında sıra Syunik Bölgesi Ermenistan’dan koparılarak, Ermenistan’ın güvenliği ile geleceği tehlike altına girmiş olacaktır.