Sarsıldılar ve Yıkılabilirler; Krizi Yaratanlardan Hesap Sormak İçin 1 Mayıs’ta Direniş!

31 Mart yerel seçimleri, aradan geçen iki haftaya rağmen hala gündemdeki yerini ve ağırlığını koruyor. İstanbul belirgin bir şekilde öne çıksa da coğrafyamızın pek çok bölgesinde ve ilinde özellikle de T. Kürdistanı’nda YSK marifetiyle iktidar partisinin sürece yönelik müdahaleleri sürgit devam ediyor.

İstanbul’da bir türlü açıklanmayan seçim sonuçları bile AKP iktidarının ne denli büyük bir sarsıntı içinde olduğunu göstermeye yeter. Seçim sonuçları, AKP iktidarındaki çürüme ve çözülmeyi, geniş emekçi yığınlar açısından daha görünür kılmıştır. Seçimler, AKP iktidarı için, önemli oranda bir kitleyi kendine yedekleme gücünü muhafaza etmesine rağmen gidişatın aşağıya doğru olduğunun ilanı olmuştur.

AKP’nin kendisine entegre ve konsolide ettiği kitlenin de –hala çemberin içinde olsa da– dünden farklı olarak daha uzakta durduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Seçim gecesi yapılan çağrılara verilen düşük profilli yanıtların da nedeni budur!

Kuşkusuz yerel seçimlerde ortaya çıkan resim, toplumsal bağlamda an itibariyle büyük bir değişim ve dönüşüme sahne olmasa da bunu tetikleyecek bir sinerjinin varlığına işaret etmiştir.

İstanbul’da AKP iktidarının YSK eliyle süreci uzatarak, seçim sonuçlarını hazmetme, kitlesini konsolide etme, kırılan motivasyonu ve bozulan morali toparlama adına süreci uzatması da, artık eskisi gibi hareket edemediğini göstermektedir.

Açık ki, “teşekkür” pankartlarının bile önceden hazırlayan

R.T. Erdoğan/Saray iktidarı,  özellikle de İstanbul’da böylesine bir sonucu beklemiyordu. Türlü hile, entrika ve devletin tüm olanaklarıyla yürütülen seçim kampanyasına rağmen ortaya çıkan sonuç AKP iktidarının, toplumun kılcal damarlarındaki etkisinin ve inandırıcılığının nasıl eridiğini ve bu bağlamda AKP’deki çürüme ve çözülmenin de işaretlerini göstermiştir.

İstanbul’da adeta yılan hikâyesine dönen sayım işlemleri, AKP iktidarının yenilginin şokunu atlatmaya çalıştığına, zamanı uzatarak gerek rakiplerinin ve gerekse de toplumun nabzını tutmaya çalıştığını anlatmaktadır.

Yerel seçim vesilesiyle açığa çıkan bir başka gerçek de, devlet dersinde kurulan tüm parlak, yaldızlı hikâyelere rağmen demokrasi ve hukuk adına en ufak bir kırıntının bile olmadığının bir kez daha deşifre olmasıdır. 31 Mart gecesinden bugüne değin yaşananlar, sistemin entrika, yalan ve sahtekârlık üzerinde inşa edildiğini, “hukuk devleti” denilen kavramın sadece kağıt üzerinde faşist diktatörlüğün yüzünü örtmek için kullanılan bir makyaj malzemesi olduğunu göstermiş durumdadır.

YSK, ortaya koyduğu performans ile düzenin temel işleyişi ve karakteri adına bir prototip işlevi görmüştür. YSK, bugün düzen partileri arasındaki hesaplaşma ve kapışmanın deyim yerindeyse adresi olmuştur.

Seçimler bahsinde tüm düzen partilerinin YSK’yı işaret etmesi bir yandan sistemin bekasına yönelik bir duyarlılığı yansıtırken diğer yandan da çatışmanın YSK çatısı altında süreceğinin bir itirafı anlamına gelmektedir. YSK eliyle türlü gerekçelerle uzatılan sayımlara, tribünlerden İmamoğlu lehine yükselen tepkiler, toplumda biriken öfke ve tepkinin dışavurumu olarak görülmelidir.

Açık ki işçi sınıfı ve emekçiler, Kürtler ve Aleviler kadın ve LGBTİ+’lar, 31 Mart yerel seçimlerinde, yaşadıkları açlık, yoksulluk ve zulmün faturasını AKP iktidarına kesmiştir. Devrimci, komünist ve yurtsever öznelerin bugünkü zayıflığında pek tabii ki bu tepki ve sinerji, düzen cephesinden muhalif partilerde kendini ifade etmektedir. Karşımızda her yanıyla içten içe kaynayan, büyük bir gerilim biriktiren ve bu gerilimi artık yansıtmaktan çekinmeyen bir toplumsal gerçeklik vardır.

Seçimlerde canının yakılabileceği, karizmasının çizilebileceği, sarsılabileceği ve hatta devrilebileceği görülen AKP iktidarına, geniş emekçi kitlelerinin daha güçlü vurmaya devam edeceğine şüphe yoktur.

Derin ve ağır bir şekilde süregiden kriz koşullarında, dipte biriken büyük öfkenin, su yüzüne vurmakla kalmayacağını, büyük dalgalar yaratacak bir yöne doğru evrileceğini söylemek mümkündür.

Söz konusu toplumsal gerçekliği, AKP iktidarının yönetme kabiliyeti ve şansı yoktur. Kuşku olmasın ki, İstanbul seçimleri nasıl sonuçlanırsa sonuçlansın, AKP iktidarı düzen cephesinden muhalefette dahil olmak üzere devrimci, ileri ve yurtsever güçlere yönelik oldukça kapsamlı ve ağır bir saldırı dalgası geliştirecektir. Şimdiki “sakin” durum, İstanbul’da sayım işleminin hala sürüyor olmasından ve AKP iktidarının henüz bir çıkış yolu bulamamasındadır.

HDP’li Belediyelere Yüksek Seçim Kayyumu

İstanbul’da düzen partileri arasındaki mücadele kıyasıya devam ederken T. Kürdistanı’nda YSK’nın tutumu konusunda ise derin bir sessizlik yaşanmaktadır. CHP’nin AKP’yi köşeye sıkıştırmak kaygısıyla yaptığı kimi çıkışları bir kenara bırakırsak, T. Kürdistanı’nda, YSK’nın halkın iradesini gasp ederek kayyum ataması konusundan duyulan bir rahatsızlık yoktur. T. Kürdistanı’nda seçimlerin esas olarak devlet ve Kürt halkı, hareketi arasında geçtiği bir kez daha görülmüştür.

Sistem halkın iradesine ipotek koymak ve Kürt hareketini geriletmek için bu defa YSK eliyle yeni bir oyuna başvurmuştur. KHK’lılara mazbata verilmeyeceğine yönelik karar, çok açık bir şekilde TC devletinin Kürt halkının siyasi iradesine yönelik bir saldırı ve gasp anlamına gelmektedir.

Seçimlerde 8 büyükşehir ve il belediyesi dahil 63 belediyeyi kazanan ve kayyuma başka bir deyişle Türk devletine karşı tarihsel, onurlu bir tutum alan ve direniş sergileyen Kürt halkının ve duruşu cezalandırılmak istenmektedir.

Kayyumların icraatları ve yolsuzluklarıyla teşhir olmasından hareketle bu defa kayyum merci olarak YSK işe koyulmuştur.

Gelinen aşamada bahsi edilen yerler içinde Kars ve Batman dışındaki belediyelerin mazbataları itirazlar gerekçe gösterilerek verilmemiştir.

Görünen o ki TC devletine, sandıklardan çıkan halkın iradesinin, sokakta direnişle bir kez daha gösterilmesi gerekmektedir.

Seçimden önce sandık sonrası ikinci kayyum olasılığına yönelik hazırlık ve tutum tartışmalarının ne kadar isabetli olduğu da açığa çıkmıştır. Türk devletinin Şırnak, Ağrı ve Bitlis ile birçok ilçe ve beldede asker, polis marifetiyle elde ettiği seçim sonuçlarının bu stratejinin parçası olduğu bir kez daha açığa çıkmıştır.

Türk devletinin PKK lideri Abdullah Öcalan’a yönelik sistematik ve ağır tecridini de bu kapsamlı strateji içinde değerlendirmek gerekir. HDP Hakkari milletvekili ve DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in başlattığı (15 Nisan’da 159.gün) ve kısa zamanda 7 bini aşkın tutsağın dahil olduğu açlık grevleri direnişleri dışarda Kürt halkının kayyumlara karşı gelişen direnişinin bir parçasıdır.

TKP/ML dava tutsağı Hiyem Yolcu’nun 20 Mart’ta, Haydar Sönmez’in de 1 Nisan’da dahil olduğu süresiz dönüşümsüz açlık grevleri, TC devletinin Kürt halkına yönelik diz çöktürme stratejisine karşı da bir duruş anlamına gelmektedir. Hapishanelerde binlere yayılan direnişin dışarda başta devrimci, demokrat ve yurtsever güçler olmak üzere geniş kesimler tarafından sahiplenilmesine ihtiyaç vardır.

Dışarda AKP iktidarında karşılık bulan, inkar ve asimilasyona karşı mücadelenin kazanım elde etmesinin yolu açık ki direnişin içerde ve dışarıda birleştirilmesinden geçmektedir.

Görülüyor ki, TC devletinin, Kürt ulusunun direnişini kırmaya, zayıflatmaya yönelik yaklaşımının yeni hamleleri seçim vesilesiyle şiddet ve zor eşliğinde gerek dışarda gerekse de içerde bir bir devreye sokulmaktadır.

IMF’siz IMF Programı; Krizin Yükü Emekçilerin Sırtına!

Batı da ise şimdiki durumda, faşist zor ve şiddete başvurması, çelişkilerin aldığı biçim itibariyle AKP iktidarını daha da tecrit edecek ve zayıflatacaktır.

Yenilginin bugün yarım ağız dile getirilmesi, ilerde ise bir bütün kabulü bu sıkışmışlığın bir sonucu olacaktır.

Anlaşılan R.T. Erdoğan yenilgiyi kabul ederken de bile çarpışa çarpışa geri çekilme ve rakibini yeni güç dengeleri düzleminde zayıf düşürme stratejisi izlemektedir. Ne var ki uzun vadede R.T. Erdoğan/Saray iktidarının faşist terör ve şiddetten kaçınma şansı yoktur. Zira, giderek etki gücü ve çapını artıran toplumsal çelişkiler karşısında iktidarını korumasının da başkaca yolu yoktur.

Bu da geniş emekçi kitlelerinin AKP iktidarından giderek uzaklaşma eğilimini güçlendirecektir. Nitekim hali hazırda (İstanbul’u CHP’nin alması durumunda) 50 milyonu aşkın bir nüfus (MHP, 4.5 milyon) AKP iktidarı dışındaki partilerin aldığı belediyeler tarafından yönetilecektir.

Özellikle de temel gıda maddelerinde yaşanan korkunç fiyat artışının kısa vadede düşürme şansı olmadığı açıktır. “Damad”ın alelacele açıkladığı “Yeni Ekonomi Programı/Yapısal Dönüşüm Adımları” başlıklı paket krizin kabulünden öte emekçi kitleler açısından daha da derinleşeceğine işaret etmiştir. Açıklanan paketin, IMF’nin Nisan 2018 tarihli Türkiye raporuyla arasındaki benzerlikte söz konusu adımların niteliği hakkında yeterince fikir vermektedir.

Anlaşılan o ki, egemen sınıflar yaşanan krizi fırsata çevirmek için hiç zaman kaybetmek istememektedir. Paket açıklanır açıklanmaz TÜSİAD’dan gelen olumlu mesajlar da bunu anlatmaktadır.

İşçi sınıfı ve emekçilere daha fazla yoksulluk ve açlık, kazanılmış hakların gasp edilmesi demek olan söz konusu adımlar, egemenlerin daha fazla kazanması ve krizin yükünün emekçilerin sırtına yüklenmesi anlamına gelmektedir. Bahsi edilen, sıkı bir mali ve bütçe politikasından da kasıt budur.

Kuşkusuz paketin işçi sınıfı açısından en önemli yanı Kıdem Tazminatı’nın bir kez daha hedef tahtasına konulmasıdır. Devlet, AKP iktidarı eliyle bugüne kadar gerçekleştiremediği bir hedefini –kıdem tazminatının gasp edilmesini– yaşama geçirmek için bir kez daha harekete geçmiştir. Ne var ki hedefe yönelik saldırı öncekilerden çok daha güçlü ve somuttur.

Kıdem Tazminatı’nın kurulacak bir fona aktarılmasına yönelik ayrıntıları henüz açıklanmayan çıkışta bu özgüvenin bir göstergesidir. Kıdem Tazminatı’nın fona devredilmesi, işçi sınıfı için kazanılmış haklarını gasp edilmesinin yanında, iş güvencesi bağlamında da çok önemli bir anlam taşımaktadır. Kıdem Tazminatı’nın tasfiyesi, esnek ve güvencesiz çalışma anlamına gelecek bu da işten çıkarmaların önünü açacaktır.

Kriz, İşsizlik ve Yoksulluk Cenderesini 1 Mayıs’ta Parçalayalım!

TÜİK’in 2019 yılına dair açıkladığı işsizlik rakamları da bu yönde bir gidişata işaret etmektedir. TÜİK’in açıkladığı Ocak 2019 işsizlik rakamları, 2009 ekonomik krizi sürecindeki rakamlara ulaşmıştır.

TÜİK verilerine göre işsizlik 3.9 puanlık rekor artışla yüzde 14.7’ye yükselmiştir. Şubat 2009’da ise bu rakam 14.8’di. TÜİK’in son verilerine göre, Ocak 2019 döneminde işsiz sayısı geçen yılın aynı dönemine göre 1 milyon 259 bin kişi artarak 4 milyon 668 bin kişi olurken işsizlik oranı da 3.9 puanlık artış ile % 14.7 olmuştur.

Genç nüfusta (15-24 yaş) işsizlik oranı ise 6.8 puanlık artış ile % 26.7 olurken, 15-64 yaş grubunda bu oran 3.9 puanlık artış ile % 15.0 olarak gerçekleşmiştir.

İstihdam edilenlerin sayısı ise 2019 yılı Ocak döneminde, bir önceki yılın aynı dönemine göre 872 bin kişi azalarak 27 milyon 157 bin kişi, istihdam oranı ise 1.9 puanlık azalış ile % 44.5 olmuştur.

Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi (Tarım ÜFE) ise Mart ayında Şubat ayına göre yüzde 1.75, geçen yılın aynı oranına göre ise yüzde 27.33 oranında artmıştır.

Tablo çok açıktır: Büyük bir işsizlik ve yoksulluk özetle ağır bir kriz hali yaşanmaktadır! İşçi sınıfı ve emekçilerin mevcut örgütsüzlüğü ve dağınıklığı sermayenin saldırılarının daha ağır bir yıkım yaratmasını da beraberinde getirmektedir.

Bugünkü durumda, Türkiye’de toplam 16 milyon 254 bin işçinin 14 milyon 395 bini herhangi bir sendikaya üye değildir. Kayıtdışı işçiler dâhil edildiğinde ise fiili sendikalaşma oranı yüzde 11.4’tür. Bakanlık tarafından, sigortalı işçileri dikkate alınarak açıklanan Ocak 2019 resmi verilerine göre bile, sendikalaşma oranı yüzde 13.9’dur.

Türkiye’de toplam 16 milyon 254 bin işçinin sadece 1 milyon 132 bini toplu iş sözleşmesinden yararlanmakta, yüzde 93’ü toplu iş sözleşmesi kapsamı dışındadır. Toplu iş sözleşmesi kapsamı dışındaki işçi sayısı ise 15 milyon 122 bindir. Toplu iş sözleşmesi kapsama oranı sadece yüzde 7’dir.

AB ülkeleri içinde toplu iş sözleşmesi kapsamı Avusturya’da yüzde 98, Belçika’da yüzde 96, Yunanistan ve İsveç’te yüzde 90’dır. TİS kapsamının en düşük olduğu ülkeler yüzde 12.5 ile Meksika, yüzde 12 ile ABD, yüzde 11.8 ile Kore, yüzde 7.1 ile Litvanya ve yüzde 7 ile Türkiye’dir.

İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs’a bu ağır tablo içinde gidiyoruz. 2019 1 Mayıs’ını temelde derin bir kriz, yoksulluk ve işsizlik cenderesinde, işçi sınıfı ve emekçilerin nefes almaya çalıştığı koşullarda karşılayacağız. Hakim sınıflar, açık ki, bu tabloyu işçi sınıfı ve emekçilere yönelik azgın bir şovenizm ve ırkçılık zehri ile yaratabilmişlerdir.

Şovenizm, sınıfın ortak düşmana karşı birleşmesinin önüne çekilen setler olarak işlev kazanmaktadır. 1 Mayıs, kriz girdabında işsizlik, yoksulluk ve sefalet üçgeninde yaşama tutunmaya çalışan işçi sınıfı ve emekçi yığınların, yerel seçimlerde açığa çıkardığı sinerjiyle yüklü bir şekilde karşılanacaktır. Açık ki bugün umutlu olmak için dünden daha fazla gerekçemiz vardır.

İşçi sınıfı ve emekçilerin gelişen ve giderek sokağa yönelen öfke ve tepkilerini örgütlemek kuşkusuz devrimci ve komünist güçlerin görevidir! 1 Mayıs’a kadar ki süreci geniş emekçi kitlelerle daha güçlü ilişkiler kuracağımız ve etkin bir kitle faaliyeti yürüteceğimiz bir dönem olarak geçirme görevi ile karşı karşıyayız!