
ABD ve AB Emperyalistlerinin Hedefindeki İran’ın “Kaderi”
“Binlerce yıldır İran, güçlü bir devlet kuramadığı her dönemde güçlü devletlerce müdahaleye maruz kalan “kaderini” yeniden yaşıyor.”
21 Temmuz 2025
13 Haziran 2025’te İsrail, İran’daki nükleer tesisler, petrol rafineleri, askeri tesisler, üst düzey komutanlar ve nükleer enerji mühendislerini hedef alan hava saldırıları düzenlendi. Jeo-stratejik önemi ve kaynakları dolayısıyla her zaman emperyalistlerin ilgi odağında bulunan İran, hem Ortadoğu hem dünyanın geri kalanının en kadim devlet geleneğine sahiptir. 1979 yılındaki rejim değişikliği sonrası devletleşen ruhban sınıfı, bu kadim devlet geleneği üzerine kurduğu egemenliği, aralıksız saldırılara rağmen, korumayı başardı. Bu rejimi devirmek isteyen ABD ve AB, Saddam Hüseyin önderliğindeki Irak’ı İran’daki molla rejimi üzerine saldılar. Sekiz yıl süren savaş, bu rejimi yıkamadığı gibi ardından gelen onca ambargo, yaptırım vb. eksenli baskı da tam bir sonuç vermedi.
Tersinden 2000’lerin başından itibaren güçlenen Rusya’ya yaslanarak gücünü toparlayan Molla Rejimi, NATO’ya alternatif olarak kurulan Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ)’nün şemsiyesi altına girerek (önce gözlemci sonra üye olarak), kendini korumayı ve güçlendirmeyi başarmıştır. Böylece Ortadoğu’nun en güçlü devletlerinden birisi olarak Yemen, Lübnan, Suriye ve Irak ağırlıklı biçim alan Şii Cephe’ye önderlik ederek ABD ve İsrail’in nüfuz alanlarını daraltmış ve kendisiyle birlikte Rusya ve Çin’in Ortadoğu’daki nüfuzunun artmasını sağlamıştır. İşte bu süreç, ABD’nin İsrail aracılığıyla Molla Rejimine saldırmasını sağlamıştır.
İran’daki rejim, 1979 yılından beri ABD ve İsrail karşıtlığı ekseninde konsolide ettiği halkı bu sayede devlete bağlı kılarken; İsrail’in yanısıra Suudi Arabistan’ın başını çektiği Körfez İşbirliği Teşkilatı (KİT) mollaların rejimini baş düşman ilan etmişti. Bu karşıtlık bugüne kadar sürmüştür. İsrail, KİT devletleriyle imzaladığı İbrahimi (Abraham) Antlaşmaları dolayımıyla kendini görece güvence altına aldığını düşünüp Gazze başta olmak üzere diğer “tehdit” unsurlarına askeri olarak yönelmeye başladı. Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki saldırısını, bu yönelimi için kendince meşru bir gerekçe sayan İsrail, Gazze’yi baştan sona yıktı; büyük bir soykırım yaptı ve hala açlığı bir silah olarak kullanıyor.
Bununla Gazzelilerin yurdunu terk etmesini amaçlıyor. Ancak dünya devletlerinden (özellikle Batılı devletlerden) aldığı ilk günlerdeki desteği sürdüremediğinden, Gazze’yi gündemden düşürmenin bir yolu olarak İran’a ikinci kez saldırdı. Bu saldırının bütün dünya ve Ortadoğu’da Gazze’yi gündemden düşürdüğü malum. “I. Füze Savaşı” sırasında da İran’a yönelik saldırıyla Gazze katliamını kısa süreliğine gündemden düşüren İsrail, bu son İran saldırısı dolayısıyla Gazze’de yarım kalan işini yani Gazze’yi Filistinlilerden arındırma hayalini gerçekleştirmek istiyor.
İsrail, İran saldırısı dolayısıyla iç çelişkilerinin farklı biçimde evrilmesini sağlamaya çalışıyor. Gazze katliamı ve İsrailli rehinelerin duruma dair tavrı dolayısıyla büyük tepki toplayan Netanyahu hükümeti, aylardır protesto ediliyordu. Ayrıca hükümetin düşürülmesi için yapılacak oylamada Netahyahu’ya gidici gözüyle bakılıyordu. Ancak Netanyahu Hükümeti, Trump Hükümetini arkasına alarak güvenoyu oylamasını boşa çıkardı ve İsrail halkının tepkilerini görünmez kılıp bastırdı. Olağanüstü hal ilan eden Netanyahu Hükümeti, İran’a yönelik saldırı sayesinde gücünü/varlığını bir süre daha korumayı başardı.
İsrail’in İran saldırısının tek bir boyutu yoktur
İsrail’in, dış politika hedefleri arasında yer alan İran’ın zayıflatılması için her fırsatı değerlendirdiği malum. Körfez’deki Arap devletlerince İbrahimi Antlaşmaları dolayımıyla resmen tanınmış olmanın yarattığı hareket serbestliğini pervasızca kullanan İsrail, Gazze’ye karşı şuursuz şiddetini bölgedeki diğer ülkelere karşı da uygulamaktan çekinmiyor. İbrahimi Antlaşmalarıyla birlikte bölgedeki en büyük tehdit, İran olmuştur. Esad Rejiminin/diktatörlüğünün devrilmesi ve Şii cephenin zayıflatılması, ABD ve İsrail açısından “çıban başı” olarak görülen Molla Rejimini ezmek için uygun fırsatı yaratmıştı. Böylece bu fırsatı değerlendirmek için İran’a saldırı başlatıldı.
Bu saldırı sonucu Molla Rejiminin zayıflaması aynı zamanda Ortadoğu’da nüfuzunu genişletme imkanı bulmuş olan ŞİÖ’nün (özellikle Rusya ile Çin’in) de zayıflaması anlamına gelecektir. Son 20 yılda ABD ile AB emperyalistlerinin dünya genelinde olduğu gibi Ortadoğu’daki nüfuzunu da zayıflatan Rusya ile Çin, bölge devletleriyle geliştirdikleri askeri, politik, ekonomik/ticari antlaşmalarla bölgedeki etkinliklerini sürekli genişletmişlerdir. Rusya, Suriye’deki iki askeri üsle bölgedeki askeri varlığını perçinlemiş ve İran’ın önderliğindeki Şii Cephe dolayısıyla bütün Ortadoğu dengelerinde söz sahibi olabilmiştir.
Çin ise Körfez’deki Arap devletlerinin en büyük ticari ortaklarından birisi haline gelirken, tarihin en büyük ticari yollarından birisinin yani Kuşak Yol Projesi’nin Güney ayağının Ortadoğu’dan geçmesini sağlayarak bölgedeki etkinliğini daha da artırmayı planlamaktadır. Rusya ile Çin’in bu nüfuz artışı, ABD ile AB emperyalistlerinin nüfuzunun zayıflaması anlamına gelmiştir. Böylece ABD bu zayıflığı askeri yollarla gidermenin telaşı içerisine girmiştir. Bu askeri yönelimin ürünü olarak NATO’nun muharebe kuvvetlerinin sayısı artırılmış ve 25 Haziran’daki son toplantıda daha fazla silahlanmanın önünü açsa da “GSYİH’nin % 5’inin savunmaya ayrılması” önerisi (Trump’ın dayatması) kabul edilmiştir. Haliyle İsrail’in Gazze’deki saldırıyı uzatması, Suriye’de rejim değişikliği olduğu halde buraya askeri şiddet uygulaması veya her fırsatta İran’daki Molla Rejimine saldırması sadece İsrail’in dış politikası ya da güvenliği olarak değerlendirilemez; bu saldırganlık ve şiddetin uzatılması, aynı zamanda, küresel ve bölgesel güç dengeleri bağlamında değerlendirilmelidir. İsrail’in İran’a saldırısının hegemon güç odaklarının/bloklarının dalaşından bağımsız değerlendirilemeyeceği açık. Bu çerçevede İsrail’in İran’a saldırısını ABD’nin hem İran’a hem ŞİÖ’ye yönelik saldırısı olarak da okumak gerekiyor.
III. Paylaşım Savaşı’nın fitili Ortadoğu’da mı yanacak?
ABD son 20 yılda kaybettiği nüfuzunu askeri yollarla geri kazanma eğilimine girmiş gibi görünüyor. Ukrayna’da savaşın uzamasını sağlaması, 1990’larda yeniden oluşan devletler arası küresel düzeni altüst etmesi, Rusya’yı uzatılmış savaşlarla ve yaptırımlarla zayıflatıp Çin’den kopartmak istemesi veya Ortadoğu’daki çatışmaları uzatıp körüklemesi bu çerçevede değerlendirilebilir. Teknoloji, uzay ve enerji alanındaki pazarda gittikçe daha çok pay sahibi olan Çin’in hegemonyası karşısında giderek daha agresif tavır sergileyen ABD’nin bu tavırları III. Paylaşım Savaşı riskini de yakınlaştırmaktadır.
Böylesi bir küresel savaşın Ortadoğu’dan başlama riski/olasılığı da yüksektir. ABD, süreklileşen çatışma ortamlarını körükleyerek istikrarsızlıklardan beslenen saldırgan ve dengesiz bir politika izliyor. Trump ile Netanyahu tencere-kapak misali bu politikanın asli uygulayıcıları olarak öne çıkıyor. Ancak bu saldırgan ve dengesiz politikadan hem Pentagon’dan hem İsrail istihbaratından rahatsız olanlar var. İran’ın nükleer kapasitesinin son füze savaşında yok edilemediğini savunan Pentagon ve İsrail istihbarat raporları, iç çatlaklar olarak da okunabilir. Bu çatlaklar, her iki devlete hükümet değişikliği ve dış politika değişikliği yapabilecek kadar önemli ve etkili gibi görünüyor.
İran içerisinde de çatlaklar daha çok öne çıkmış gibi görünüyor. Komuta üst kademesinin güvenlik tedbirlerini küçümsemesi sonucu yok olması ülke ekonomisinin %40’lık kısmını yöneten Devrim Muhafızları’nın savunmadaki zafiyeti, ruhban sınıfının (Mollaların) azalan itibarı ile gücünün yetki karmaşasını yeniden alevlendirmesi veya Molla Rejiminin meşruiyet krizinin giderek derinleşmesi rejimin sallantıda olmasına yol açmaktadır. Binlerce yıldır İran, güçlü bir devlet kuramadığı her dönemde güçlü devletlerce müdahaleye maruz kalan “kaderini” yeniden yaşıyor. Dünyanın artan hız ve yoğunlukta ulus devlet ve liberalizmin hakimiyetine girdiği veya sanal gerçekliğin küresel etkinlikle zihinlerle bedenleri devlet dışı biçimlerle her an yapılaştırabildiği bir çağda İran’daki Molla Rejimi’nin güçlü bir devleti idamesi çok zor görünüyor.