
“Bir Avuç Dolar İçin” İklim Kanunu
“AKP emperyalist politikalar doğrultusunda kapitalist üretim ilişkisinin neden olduğu iklim krizi olgusunu mümkün olduğunca bulanıklaştırıp at iziyle it izini birbirine karıştırıyor.”
17 Mayıs 2025
Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) verilerine göre 10-13 Nisan tarihlerinde 65 ilde etkili olan (Tarım Bakanlığı zirai dondan etkilenen il sayısını 34 olarak açıklıyor!) ve birçok tarımsal üründe % 80-90’lara varan seviyede zarar yol açan, Türkiye tarihinin gördüğü en ağır zirai don olayının yaşandığı günlerde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından hazırlanan “İklim Kanun Teklifi” Meclis Alt Komisyonundan geçerek Genel Kurul’un gündemine geldi.(1)
Bu kanunla ilgili tartışmalar Meclis’te devam ederken Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası “İklim Kanunu Teklifi”nin önemine vurgu yapmak için aynen şöyle söyledi: “Amerikan yerlilerine atfedilen, son ağaç kuruduğunda, son nehir kirlendiğinde ve son balık öldüğünde paranın yenmeyen bir şey olduğunu öğreneceksiniz!”
R.T.Erdoğan, doğanın önemine vurgu yapmak için paranın yenmeyen bir şey olduğunu söylüyor. Çinliler birinin kötü duruma düşmesini gönülden istediği zaman o kişiye “ilginç zamanlarda yaşayasın” diye beddua edermiş. Görülen o ki, AKP iktidarda kaldığı müddetçe biz her gün yeni yeni ilginçlikler yaşamaya devam edeceğiz.
AKP, 23 yıllık iktidarı boyunca her türlü yalanı halkı manipüle etmek için tereddütsüz biçimde söyledi. Halkın aleyhine sermayenin lehine ne varsa düşünmeden yapmış, emperyalist tekellerin, komprador burjuvazinin çıkarlarını koruyup, kollamış “bunu da yapamaz” denen ne varsa bir bir yapmıştır. İklim Kanunu ile iklim krizine dikkat çekip Amerikan yerlilerine ait (…son nehir kuruyup son balık öldüğünde paranın yenmeyen bir şey olduğunu öğreneceksiniz) sözü söyleyenlerle Çanakkale’de Kaz Dağları’nı “bir avuç dolar için” Kanadalı emperyalist altın şirketine peşkeş çekenler, milyonlarca ağacın kesimine direnen, toprağını korumaya çalışan köylüleri, doğa savunucularını jandarmaya coplatanlar aynı kişiler.
Ordu’da fındık ağaçlarını kestirip maden sahası yaptıranların, Sivas’ta, Tokat’ta Aleviler için kutsal kabul edilen ziyaret yerlerinin (inanç alanlarının) maden sahasına çevrilmesine izin verenlerin veya Ege’de, Akdeniz’de bereketli tarım topraklarının üzerine jeotermal enerji santralleri kurdurup tarım alanlarının yok olmasına, ekolojik düzenin bozulmasına neden olanların aynı kişiler olması gibi. Karadeniz ormanlarının -doğasının- yaşam pınarı olan derelerin üzerine hidroelektrik santralleri kurdurup (dereleri) kurutanlar, Munzur’da maden arayanlar, Erzincan İliç’te siyanürle altın çıkartıp işçilerin binlerce ton siyanürlü toprağın altında bırakıp can vermesine sebep olanların, milyonlarca insanın yaşamını tehlikeye atan, siyanürlü toprağın Fırat Nehri’ne karışması riskini doğuranlarla “İklim Kanunu” hazırlayanların aynı kişiler olması.
Hatay Samandağ’da depremde evini barkını kaybeden köylülerin tarlasının, zeytinliğine jandarma zoruyla kepçe sokup ormanı yok edenler onlar değilmiş gibi şimdi de iklim krizine karşı mücadelede bahsediyor, yasa hazırlıyorlar.
İklim krizinin tarımsal üretim üzerindeki yıkıcı etkisini azaltmak ve doğayı korumak için iklim kanunu hazırladıklarını söyleyen Erdoğan AKP’sinin Meclis’e getirdiği kanun, koca bir illüzyondan ibarettir. Gerçekte ise “İklim krizini çözmek için yapılması gereken neredeyse her şeyi pas geçiyor. Termik santrallerin ne zaman kapatılacağını söylemiyor. Sera gazı emisyonlarını artıran mevcut enerji, ulaşım, tarım ve kentleşme politikalarını düzeltme ya da iyileştirmiyor. Adil geçişten bahsetmiyor, bağlayıcı enerji dönüşümü hedefleri koymuyor. Bir tek enerji emisyonu ticaretinden bahsediyor.”
İklim Kanunu denen şey, uluslararası emperyalist tekellerin ve komprador burjuvazinin yani TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın, Cengizlerin, Kalyonların, Koçların ve bilumum benzer sermaye gruplarının çıkarını önceliyor. Yeşil Dönüşüm, sıfır atık, zehirsiz sofralar, karbon ayak izi duyarlılığı vb. gibi kulağa hoş gelen ama gerçekte içi boş olan sloganlarla sorunun üstü örtülmeye çalışılıyor. AKP’den, komprador kapitalist rejimden iklim krizine karşı önlem alıcı tedbirler almasını beklemek bataklıktan sineklerle mücadele etmesini beklemekten farksızdır.
Sorunun yaratıcıları sorunu çözemez…
AKP emperyalist politikalar doğrultusunda kapitalist üretim ilişkisinin neden olduğu iklim krizi olgusunu mümkün olduğunca bulanıklaştırıp at iziyle it izini birbirine karıştırıyor.
“Endüstri devrimi sonrası dünyada son 200 yılda karbondioksit oranı % 40 artmış ve iklim krizine bağlı dünyada son 50 yılda aşırı hava olayları % 400 artmıştır.”(2) (TZOB verilerine göre de “2014 yılında 500 olan doğal afet sayısı 2024 yılında bin 257’ye çıkmıştır.) İklim krizi sorunsalı soyut olmaktan çıkıp gözle görülür, elle tutulur somut olguya dönüştükçe AKP ekolojik sorunla mücadeleyi kapitalist üretim ilişkisinden, sermaye birikim rejiminden koparıp ‘insan’ kaynaklı bir sorunmuş gibi gösterme uğraşı içine girmiştir. Bu nedenle de iklim kanununda “kamuoyu farkındalığının artırılması ve toplumun iklim değişikliğinin etkileri konusunda duyarlı hale getirilmesi için eğitim ve bilinçlendirme programının düzenleneceği, gerekli çalışmaların Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulunca yapılacağı(3)” ifadelerine yer verilmiştir.
Sanayi devriminden bu yana dünyadaki karbondioksit seviyesi % 40 artmışsa, atmosfere bu karbon salınımı yapan işçiler, emekçiler değildir, daha fazla para için, kâr uğruna sınırsız bir şekilde fosil enerji yakıtı (petrol, doğalgaz, kömür) kullanan sanayi endüstrisidir. Ekolojik krize yol açan, kapitalist üretim/sermaye birikim rejimi bataklığına dokunmadan “kamuoyu farkındalığıyla” hiçbir sorun çözülemez. Bunun farkında olan AKP algı yönetimiyle iklim krizine karşı mücadele veriyormuş görüntüsü oluşturmaya çalışıyor.
Emek ile sermaye arasındaki çelişkiye, kapitalist üretim rejiminin doğayı talan üzerine kurulu sermaye birikim yasasına dokunulmadan çıkartılan kanunlar sorunu gizleme teşebbüsleri, sermaye ve patronlara soluk aldırma çabalarıdır. Yelda Erçandırlı’nın ifade ettiği; “Türkiye’de özellikle son yıllarda üniversiteliler aracılığı ile yeşil dönüşüm projelerine yatırım yapılıyor. Üniversitelerde yapılan araştırmalar genellikle ekolojik sorunları daha ileri teknokratik piyasa temelli arayışlarla çözebilecek teknik sorunlara indirgiyor. Bu nedenle sorunun kökeni toplumsal olmasına rağmen çoğunlukla doğa/fen bilimcilerine ya da mühendislik fakültelerine öncelik tanınarak sorun siyaset-üstüleştiriliyor” belirleme önemlidir.
Mesele bağlamından koparılarak teknik sınırlara hapsedilmeye çalışılıyor. Aynı AB, BM, FAO, Uluslararası Fonlarla desteklenen “Agroekolojik Çalıştaylar”da aranan cevaplar gibi.(4) Sorun insanların bireysel olarak tüketim davranışlarını değiştirerek, karbon ayak izini takip ederek veya ağaç dikerek çözülebileceği bir sorun değil. Ekolojik kriz sınıfsaldır ve doğrudan üretim ilişkisi, toplumsal sosyal yapıyla bağıntılıdır.
AKP’nin Meclis’e getirdiği (tepkiler üzerine komisyona çektiği) iklim kanunu da sınıfsaldır. Kapitalist sermaye birikim rejiminin çıkarları gözetilerek hazırlanan iklim kanunu için DEM Parti Milletvekili Perihan Koca, “Sonuç itibariyle sermayenin çıkarları, sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda bir karbon emisyon yasasına ihtiyaç duyuluyor. Bu zaten baştan sonra iklim adı altında yeşille maskelenmiş bir ticaret sözleşmesi… Milyonların iklime dair, ekolojik yıkıma, krize dair duygularını, korkularını, kaygılarını istismar eden bir yasa tasarısı bizim önümüze TÜSİAD’la, MÜSİAD’la, patron kulüpleriyle müzakere yapılarak, AB’ye entegre olmuş bir ticaret sözleşmesi getirildi.”(5) diye belirterek durumu özetliyor.
AKP’nin “bir avuç dolar için” emperyalist tekellerin ve komprador burjuvazinin doğayı destursuzca talan etmesine daha fazla fosil-yakıt kullanımına izin verecek olan iklim kanununa karşı mücadele sadece doğa savunucularının, iklim aktivistlerinin görevi değildir. Mesele sınıfsaldır ve işçilerin, köylülerin ve tüm emekçi halk sınıflarının birleşik mücadelesiyle kazanılacaktır.
1) İklim Kanunu ve İklim İnkârcıları, Özgür Gürbüz; 10 Nisan 2025; Birgün
2) NTV; 19 Nisan 2025
3) İklim Kanunu ve Sosyo-Ekolojik Çöküş; Yelda Erçandırlı; 12 Nisan 2025; Birgün
4) Agroekolojiyi Yanlış Anlamak veya İçini Boşaltmak; Adnan Çobanoğlu; 12 Nisan 2025; Birgün
5) Tepkiler İktidara Geri Adım Attırdı; Gökay Başcan; 16 Nisan 2025; Birgün