Hamas’ın Ateşkesi, Zafer mi Hezimet mi?

Hamas’ın Ateşkesi, Zafer mi Hezimet mi?

Sahip olduğu zengin deneyimlerle ve bölgedeki direniş odaklarıyla ittifak kurma/geliştirme potansiyeliyle bölgesel bir mücadelenin köklerini de inşa gedebilecek olan Filistin Direnişi’nin sürekli desteklenmesi gerekiyor.

12 Mart 2025

7 Ekim 2023’te Hamas’ın İsrail topraklarına düzenlendiği Aksa Tufanı Baskını sonrasında, İsrail Ordusu, 15 ay boyunca Gazze’yi boydan boya yıktı. Bölge devletleri ve yeni başkan seçilen Donald Trump’ın devreye girmesiyle gerçekleşen ateşkesin ilk aşamalarındaki takasta rehineleri arabuluculara teslim eden Hamas, İsrail Ordusu tarafından öldürülen liderlerinin fotoğraflarını da canlı yayındaki takasta sergiledi.

Rehinelere karşılık serbest bırakılan Filistinli tutsaklar ise mitingi andıran coşkulu karşılamayla evlerine ulaştı. AKP medyası, bu takas töreni ve tutsaklara coşkulu karşılamayı Hamas’ın zaferi olarak yansıtmakta gecikmedi. 15 ay boyunca binlerce bina enkaza döndüğü halde ve İsrail Ordusunun Gazze’yi baştan sonra taramasına/yıkmasına rağmen rehinelerin büyük kısmını sağ tutan ve askeri güçle gövde gösterisi yapan Hamas da bu süreci zafer olarak görüyor-gösteriyor.

Hamas’a göre Filistinli tutsaklar kurtarılmış; İsrail Devletinin çok istediği rehineler kaptırılmamış ve Hamas hala dimdik ayaktaydı. Ortadoğu’da pekçok yenilginin zafer olarak alkışlanmasına sıkça rastladığımız için Hamas’ı da bu kapsamda mı değerlendirmeliyiz? Yoksa yıkıma ve politik-askeri sonuçlara bakıp mı karar vermeliyiz. Bunun için önce büyük çerçeveye bağlamlara ve tarihsel derinliklere bakmak; böylece bugünü çok boyutlu anlamaya çalışmak daha uygun olacaktır.

Hamas, Müslüman Kardeşler’in Gazze kolu olarak kuruldu; ancak 1987 yılında özerkleşip 1988’deki I. İntifada sırasında silahlı mücadeleye başladı. 1948 yılında kurulan İsrail Devleti’ne karşı üç farklı cepheden oluşturulan Filistin Direnişi, 1980’lere kadar ağırlıklı olarak ulusal ve Marksist örgütlerin etkisiyle biçimlenirken, I. İntifadayla birlikte dini örgütlerin etkinliğinin artmaya başladığı söylenebilir.

Marksist/Sol ve ulusalcı/milliyetçi örgütleri bir araya toplayan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)’nün öncü gücü olan El Fetih, ulusalcı hatta bugüne kadar FKÖ liderliğini korusa da I. İntifada ve ardından başlayan Oslo Barış Görüşmeleri Süreci (1991-2000)’nde giderek itibar kaybetmeye başlamıştı. 1991’de sosyalizmde geri dönüşlerle birlikte Filistin Direnişinde Marksist Hareketlerin etkisi -özellikle 1970’lerde büyütülen enternasyonalist dalga- zayıflamıştı.

Her ne kadar Oslo Süreci’nde FKÖ’nün uzlaşmacı tavrını eleştirip, Hamas vb. dini örgütler gibi silahlı mücadeleye/eylemlere devam ettiyse de Marksist hareketler, zayıflayan ivmesini durduramadı. Oslo Sürecine karşı çıkan Hamas ve diğer bazı dini örgütler ise giderek güçlenen bir ivmeyle Filistin Direnişine daha çok yön verebilen odaklara dönüşmüşlerdi. FKÖ’yü bağımsızlık kozuyla sürekli oyalayıp zayıflatan İsrail Devleti, Filistin Direnişini sonlandırabileceğini sandıysa da direniş, bu kez dini biçimlerle büyüdü.

Dini hareketlerin, özellikle Hamas’ın güçlenmesi, 2006 yılında ilk kez yapılan Filistin Yönetimi seçimlerinde zafer kazanmasını sağladı. 2007’den 2017’ye kadar Gazze’de adeta açık bir hapishanede yaşayan Filistinliler, bu süreçte daha da radikalleşip Hamas’ın güçlenmesini sağladı. Batı Şeria’ya çekilen FKÖ ve El Fetih ise İsrail ve ABD’nin adeta valisi olmuştu.

Hamas, 10 yıldan fazla süren ağır ambargo ve tecrit sebebiyle oluşan zayıflığını giderebilmek adına, bölge devletlerine daha fazla bel bağladı ve 1967 sınırlarını kabul ederek; İsrail Devleti’ni zımnen tanımış oldu. Bölge devletlerinin Filistin sorununu istismar etmesine aldırış etmeden, Müslüman (ümmet) “üst kimliği”ne dayalı olarak Hanefi-Sünni-Türk Devleti, Nusayri-Şii-Suriye Devleti, İmamiye-Şii-İran Devleti, Hanbeli-Sünni-Körfez Arap Devletleri ile ilişkileri geliştirip onlardan medet umdu.

Ancak en çok bel bağladığı ve güvendiği -aynı mezhepten olduğu- Körfez Arap Devletlerinin, İsrail Devleti’ni resmen tanıdığı İbrahimi Antlaşmaları (2021-2022) ile sırtından bıçaklanmıştı. Tüm direnişi bölge devletleriyle Müslüman kimliğine dayalı bağlara tabi kılan Hamas, İbrahimi Antlaşmalarıyla iyice zayıflamış oldu.

Dini kimliğe dayalı siyaset tarzının darlık ve sorunlarını, devleti dini eksende algılayıp tanımlamanın getirdiği sorunlarla birleşmesinin önüne geçemeyen Hamas, adeta bölge devletlerinin dış politikalarının eklentisine dönüşmüş ve Filistin Direnişi’nin iç dinamiklerine eskisi kadar yoğunlaşmayı bırakarak, içte büyüyen zayıflığı yeterince görememiştir.

Dini kimliğin yarattığı darlık ve ajitatif radikalizmle, bütün İsrailli Yahudileri, işgalci ve düşman sayarak, barış yanlısı Yahudilerin desteğini almaya yönelmeyen Hamas, dünya kamuoyu desteğini daha da azaltıp büyük tepki çekmiştir. İşgale/sömürgeciliğe maruz kalan halkların sıkça zehirlendiği karşı-şoven/ırkçı riskini yeterince göremeyen Hamas, işgalci/sömürgeci devlet ile bu devletin halklarını/vatandaşlarını ayrıştırmayıp, dogmatik, toptancı ve yıkıcı şekilde ötekileştirdiği bütün İsrailli Yahudilerin öldürülmesini meşru gördüğünden dolayı, İsrail Devleti’nin Gazze’yi yıkıp bombalamasına, ilk günlerde dünyadan çok az tepki gelmişti.

Dünya kamuoyunun tepkisi, halkın, özellikle kadın ve çocukların katledilmesiyle birlikte binlerce Filistinlinin evinin bombalanıp yıkılması sonrasında artmıştır. Yine de bu tepki İsrail ordusunu durdurmaya yetmedi. Hamas, dünya halklarının, direnişe desteğini yeterince önemsemedi.

Hamas, 1990’ların kendisine açtığı yolu kullanarak hızla güçlendiyse de hem Filistinlilere hem dünya kamuoyuna/halklarına yaslanmayı bıraktı dense yeridir. Bunların yarattığı zayıflığı, bölge devletleriyle giderme politikası da ters gidince, daha radikal eylemlerle eski gücünü toplamaya yönelse de, askeri gücü gibi iç ve dış desteği de dipleri bulmuş görünüyor.

Bu çerçevede 15 ay boyunca süren Gazze Direnişinin hem olumlu hem olumsuz sonuçları olduğunu; ancak genel tabloda, sonuçları itibariyle olumsuzlukların daha fazla olduğunu söylemek mümkün.

İsrail Ordusu, baştan sona Gazze’yi yıkıp binlerce evi yıktı. Çoğunluğu kadın ve çocuk olan yaklaşık resmî açıklamalara göre 50 bin Filistinliyi katletti; 100 binden fazlasını yaraladı.  2,2 milyon Filistinliyi yerinden etti ve aylarca soğuk, açlık ve evsizlik ile mücadele etmelerine sebep oldu. Buna rağmen Hamas, bu tür saldırılarla beraber, dron saldırıları için de geliştirdiği geniş tünel ağlarıyla hem kendini görece savundu hem de yoğun saldırılara rağmen 15 ay boyunca rehinelerin çoğunluğunu sağ salim saklamayı sağladı.

Bu savunma yönteminin Hamas’ın hanesine olumlu yansıdığı malum. Siyonist İsrail Devleti’nin yüzlerce Filistinli tutsağı serbest bırakıp ateşkes imzalamasını zorlayan rehinelerin canlı yayında dünyaya naklen takas edilmesi, Hamas’ın gövde gösterisi ve başarısı olarak algılanabilmektedir.

15 ay boyunca rehineleri saklama becerisiyle tünel yönteminin başarısını kanıtlayan Hamas’ın önüne geleni (sivilleri) rehin alma politikası hem Filistinlilerde ve bölge halklarında hem dünya halklarında büyük tepki ve nefretle karşılanabiliyor. Müzik festivaline giden gençlere/sivillere yönelik saldırıları, dünya halkları kadar, ötekileştirilip sürekli dışlanan sayısız Filistinli de anlamıyor; benimsemiyor. Tüm savaşlarda sivillere saldırı, askeri-politik güç açısından acizlik, despotluk, savaş suçu olarak algılanagelmiştir.

Haliyle bir direniş örgütünün, politik kimliğine ve eylemlerine bakmadan, sırf dini veya etnik kimliği dolayısıyla sivilleri düşman ilan edip öldürmesini meşru görmesi, direnişin uzun vadede zayıflatmakta ve direnişin varoluş amacını zehirlemektedir.

Özellikle bir direniş savaşı olarak meşru olan bir savaş, sömürgeci, soykırımcı, katliamcı, işgalci iktidar odaklarının zihniyeti ve yöntemleriyle kirletilemez. Hamas’ın direniş ve düşün tarzı onun sömürgeciliğe karşı bedel ödeyen bir direniş örmesini sağlarken; sömürücü sınıfların gücüne öykünen pratikleri sergilemesini ve tutarsızlıklarla sürekli zayıflamasını sağlayabiliyor.

Yeni seçilen Donald Trump’ın bütün Gazze’lileri Mısır ve Ürdün’e sürgün edip -Grönland ve Kanada gibi- Gazze’yi de kendilerine katma planını engelleyebilecek gücü kalmayan Hamas, bölge ve dünya halklarının desteğini büyütemediği için, bu sorunun kendisini yok etmenin eşiğine getirdiğini göremiyor. Gazze’nin toprak aidiyetliği, tarihsel bağları ve işgalci/sömürgeci devlete karşı direnişin büyüttüğü Hamas, bu aidiyetlik ve bağlarla ördüğü dinsel kimliğin etkisini/gücünü de olası bir tehcirde kaybedebileceği gibi, örgütlenme olanakları da eskisi gibi verimli olamayacaktır. Dolayısıyla 7 Ekim saldırısının kısa vadede zafer gibi görünmesine rağmen, uzun vadede Gazze için bir yok oluşun kapısını açtığı söylenebilir.

Bunun temel nedenlerinden biri Direnişin 7 Ekim hamlesini örgütlerken sürecin kitle ayağını büyük oranda eksik bırakmış olmalarıdır. Hamas ve farklı ideolojik düzlemlerdeki direniş güçleri, 7 Ekim çıkışına Siyonist İsrail’in vereceği karşılığın böylesine yıkıcı ve soykırımcı olacağına/olabileceğine dair bir öngörü ile hareket etmeliydiler.

Anlaşılan o ki direniş örgütleri, gelişecek sürece ilişkin kendi örgütsel yapıları ve en az onun kadar önemli olan kitlenin ideolojik-politik ve psikolojik hazırlığını önemli oranda eksik bırakmıştır.

Gazze’lilerin olası bir toplu tehciri, elbette Filistin Direnişini bitiremez. Başka bir açık hapishaneye dönüştürülen ve Yahudi yerleşimcilerce Filistinlilerin yaşam alanları iyice daraltılan Batı Şeria’yı yöneten El Fetih, politik varlığını ABD’ye ve İsrail Devletine bağımlı kıldığından dolayı bu bölgede direnişin yeniden canlanması zaman alabilir.

15 ay boyunca Gazze yıkılırken buna tepki göster(e)meyen El Fetih, bu süreçte ve ateşkes sonrasında Siyonist İsrail’nin Batı Şeria’daki gözaltı, yargısız infaz, kamp baskınları ve katliamlarına karşı etkili bir güç olamadı. Dahası dünyada 100’den fazla devletin tanımayı taahhüt ettiği bir direnişi büyütmeyi başaramayan El Fetih’in Donald Trump’ın ilan ettiği Gazze tehcirine karşı bir duruş sergilemesi zor görünüyor.

Suriye, Irak, Ürdün ve Mısır’da yaşayan binlerce Filistinli mülteci, cephe gerisi olarak yıllarca güçlü bir destek verebildiyse de bu destek, merkezi ve güçlü bir direniş odağı olmaksızın güce dönüşemeyecektir. Merkezileşemeyen güç, kinetik enerji yaratan bir güce dönüşemez. Haliyle Hamas’ın olası bir Gazze tehciri karışışında, zafer görünümlü törenlerle durması oldukça zordur.

Filistin Direnişinin onlarca parçaya bölünmüş olmasının yarattığı zayıflık da gözönüne alınınca olası Gazze tehcirinin önüne geçmeyi örgütlemesi gereken odakların tek tek güçleri bu sorunu çözmeye yetecek gibi görünmüyor. Çin, “Kuşak Yol Projesi” için istediği sükunete kavuşma isteğinin de etkisiyle müdahil olduğu Filistin sorununda, 14 Filistinli direniş örgütünün Pekin’de toplanıp ittifak kurmasını sağladı -1948’den beri kurulan sayısız ittifak gibi- ancak bu ittifakın kâğıt üstünde kalmasını engelleyemedi.

Dünya halklarının direnişlerinin kadim ve büyük sorunlarından birisi olarak değerlendirilebilecek bu parçalanmışlık sorunu, 1948’den beri Filistin Direnişini sürekli zayıflatan bir ivmeyi büyütmüştür. Şu anki durumda en güçlü görünen El Fetih’in yönetimde kalmak için ABD ve AB’den gelecek para ve desteğe bel bağlayıp “sömürgeci valisi” konumuna saplanması onu iyice zayıflatmıştır.

Bölgesel ve küresel desteği de yeterince büyütemeyen Hamas’ın direnişi yeniden canlandırabilecek gücü kaldığı şüpheli iken; Gazze’nin toptan tehciri durumunda var olan gücünü bile etkili kullanamayacağı malum.

Ulusalcı ve dini cephelere alternatif olarak 1990’ların başlarına kadar etkili bir güç olan Marksistler de Filistin Direnişinin genel sorunları olan parçalanmışlığı ve küresel desteği yeterince sağlayamama sorunlarını ile yaşanan ağır kayıp ve yıkımlarla birlikte Gazze tehcirine karşı güçlü bir set oluşturabilecek güçleri bulunduğu söylenemez.

Dini ve ulusalcı direniş örgütlerinden farklı olarak, sosyal alan/güç bakımından daha zayıf olan Marksistler, 1990’lardan önce SSCB, Irak, Suriye devletlerine yaslanarak korudukları politik-askeri güçlerini, sosyalizmden geri dönüşler ve Baas rejimlerinin yıkılması sonrasında iyice kaybetti.

Bu hareketlerin Hamas veya El Fetih gibi kuruluşundan beri sosyal olan örgütlenmelerine yoğunluk veren direniş örgütleri kadar çabuk toparlanma potansiyelleri zayıf görünüyor.

Türkiye ve öteki Ortadoğulu Marksist/sosyalist örgütlerin genel bir zayıflığı sayılabilecek olan sosyal alanın örgütlenmemesi/önemsenmemesi sorunu, politik-askeri gücün temellerinin daima zayıf kalmasına sebep oluyor.

Güçlü bütün İslamcı örgütler, devlet içinde devlet gibi güçlü olabilmelerini sağlayan sosyal güç/örgütlenmelerle, ekonomik, politik, askeri gücün yeniden üretimi ve insan devir daiminin diriliğini görece koruyabilmiştir.

Bu çerçevede Filistin Direnişinde son 20 yılda en fazla öne çıkan Hamas’ın İslamcı cepheyi yeterince güçlendiremediği ve ulusalcı cephe ile Marksist cephenin de pek çok sorunla boğuşmasından dolayı, direnişi kısa sürede yeniden canlandırma potansiyellerinin zayıfladığı söylenebilir.

Filistin direnişinde, iç dinamiklere ve birliğe dayalı bir ana kökün, bölge ve dünya halklarının desteğini yeniden büyütmesi daha hızlı/etkili olacaktır. Dünya genelinde ulusalcı, dini, sosyalist, liberal akımların farklı gerekçelerle birden desteklediği nadir direnişlerden birisi olan Filistin Direnişi, yarattığı enternasyonal ruhu dünyanın her tarafına taşıyor.

Bu küresel etki ve sempati ile destek, başka hiçbir direnişte görülmeyen küresel bir potansiyeli barındırıyor. Bundan dolayı içte birliği sağlayan bir direniş odağının bu küresel potansiyel desteği kinetik enerjiye dönüştürmesi daha mümkün görünmektedir.

Yıllardır küresel güç savaşlarının/dengelerinin merkezinde yer alan Filistin Direnişi’nin, politik görüşleri farklı olan milyonlarca insanın desteği ve sempatisine sahip oluşunun da etkisiyle onlarca devletin/hükümetin/partinin desteğini alabilmesi çok büyük ve çok nadir görülebilecek bir avantajı olduğu halde direnişin çok parçalı yapısı ve giderek zayıflaması sonucu bu dış destek merkezi bir güce dönüşemiyor; dönüştürülemiyor.

Bu açıdan da küresel hegemonyaya karşı Filistin Direnişi’nin her uygun ortamda/zamanda savunulmasının sürekliliği, dış desteğin diri kalması ve içteki zayıflığı gidermeye katkısı açısından da gereklidir.

Türkiye’deki sosyalistlerin kadim bağının bulunduğu bu direnişin desteklenmesi, hem bölgedeki sömürgeciliğe/işgale ve hegemon/emperyal devletlere karşı mücadelenin bir parçası hem de farklı politik çevreleri bir araya getirmenin zemini olarak ele alınmalıdır. Üç farklı cephenin ortak sorunlarda birleştirilmesi potansiyelini pek çok açıdan barındıran Filistin sorununa desteğin de çok boyutlu olması gerekiyor.

Sahip olduğu zengin deneyimlerle ve bölgedeki direniş odaklarıyla ittifak kurma/geliştirme potansiyeliyle bölgesel bir mücadelenin köklerini de inşa gedebilecek olan Filistin Direnişi’nin sürekli desteklenmesi gerekiyor.

Donald Trump’ın Gazze tehciri ve ilhakı planında en etkili üç -direniş odaklarının zayıflamış olması sebebiyle- bölge halkları ile dünya halklarının tepkisi ve protestosu karşı güç oluşturabileceğinden an itibariyle de direnişin üst boyutlu savunusu görev olarak durmaktadır.

Yerel, bölgesel ve küresel tepkilerin büyütülüp merkezileştirilmesiyle geri adım attırmak mümkün olabileceği gibi bu dış desteğin, direnişin iç dinamiklerini diriltmesi/beslemesi de mümkün olacaktır.