
Akbelen’den Besta’ya: Sermaye, Coğrafyamızı Talan Ediyor!
“Asıl derinleşmesi gereken yer ise toplumsal yansımalar. Çünkü bu yıkımlar sadece birer çevre sorunu değil halkın gündelik yaşamını, kültürel bağlarını, sosyal dokusunu doğrudan etkiliyor.”
30 Eylül 2025
Türkiye, T.Kürdistanı doğasına baktığımızda, dağların, ormanların, nehirlerin, denizlerin yüzlerce yıllık birikimiyle bu coğrafyaya hayat verdiğini görürüz. Ama aynı yere bugünden baktığımızda, neredeyse her karış toprağın bir “proje”, her dere yatağının bir “yatırım”, her ormanın bir “enerji sahası” olarak kodlandığını görüyoruz.
İktidarın gözünde ülkenin eko-sistemi, korunması gereken bir ortak miras değil; aksine, satılabilir, işletilebilir, kâr elde edilebilir bir “kaynak”. Marx’ın deyimiyle “gölgesi satılamayan” her alan, yağmaya açık. Bu zihniyet Akbelen’deki kömür sahalarında da, Besta’da güvenlik gerekçesiyle yakılan ormanlarda da kendini aynı çıplaklıkta gösteriyor.
Akbelen ormanı, yıllardır termik santrallerin kömür ihtiyacı için hedef haline getirildi. İkizköy’de köylüler, kadınlar, gençler, kömür şirketine karşı bir çadır kurup nöbet tutmaya başladılar.
“Bizim ormanımız, bizim yaşamımız” diyerek savundular Akbelen’i. Bu savunma bir ekolojik direniş olduğu kadar, aynı zamanda temel bir demokrasi talebiydi: Kendi yaşam alanı üzerinde söz sahibi olmak. Fakat devlet ve şirket, el ele vererek bu sesi bastırmaya çalışıyor. Her topsumsal olayda olduğu gibi ekolojik mücadele dinamiklerinde de devlet, kolluk güçleri, gözaltılar, gaz bombalarıyla devreye giriyor.
Şırnak’ın Besta bölgesinde ise farklı ama benzer bir hikâye yaşanıyor. Orada ağaçlar kömür için değil “güvenlik” gerekçesiyle kesiliyor, yakılıyor. Yıllardır süren askeri operasyonlarda orman örtüsü adeta sistematik biçimde yok ediliyor. Bu süreçte sadece ekosistem değil, aynı zamanda köylülerin hayvancılık ve tarım faaliyetleri de bitme noktasına geliyor. Besta’daki yıkım, devletin güvenlik politikaları ile ekolojik yıkımın nasıl iç içe geçtiğinin çarpıcı bir örneği. Ancak halk Besta’da da nöbetler tutuyor, direnişini sürdürüyor.
Yaşam alanları, “güvenlik gerekçe”lerine sığmaz!
Buradan Türk devletinin temel çelişkilerine geliyoruz. Devlet bir yandan “milli enerji” diyerek ithalata bağımlılıktan kurtulma iddiasında bulunuyor ama diğer yandan halkın sağlığını ve doğasını hiçe sayıyor. Bir yandan “güvenlik” gerekçesiyle ormanları yakıyor ama diğer yandan aynı ormanları madencilik şirketlerine açıyor. Bir yanda kalkınma söylemi, öte yanda yok edilen yaşam alanları. Yani ekolojik yıkım, aslında Türkiye, T.Kürdistanı’nın hem sınıfsal hem de siyasal çelişkilerinin bir aynası.
Asıl derinleşmesi gereken yer ise toplumsal yansımalar. Çünkü bu yıkımlar sadece birer çevre sorunu değil halkın gündelik yaşamını, kültürel bağlarını, sosyal dokusunu doğrudan etkiliyor.
Akbelen’de ormanların kesilmesi, köylülerin yıllardır geçimini sağladığı zeytinlikleri, arıcılığı tehdit ediyor. Arıcılık, orman ekosistemiyle birlikte var olur; orman yok olunca arıların yaşam alanı da daralıyor, üretim düşüyor. Bu da sadece köylünün değil, aslında tüm ülkenin gıda güvenliğini ilgilendiriyor. Bir yandan da ormanla kurulan kültürel bağ kopuyor. Köylü için o orman, sadece ekonomik bir alan değil dedelerinin, ninelerinin gölgesinde oturduğu, çocukluğunun geçtiği bir yaşam alanı. O ağaçlar kesildiğinde, sadece ekoloji değil, toplumsal hafıza da budanıyor. Ancak bütün mesele ekonomik veya kültürelde değil. Son arı öldüğünde canlılığın yok olacağı bilinen bilimsel bir gerçek.
Besta’da yaşananlar da benzer. Ormanların yakılması, sadece doğayı değil, otlakları, köylülerin günlük yaşamını yok ediyor. Hayvancılıkla geçinen aileler hayvanlarını otlatacak yer bulamıyor. Bunun sonucu ise göç. İnsanlar köylerini terk etmek zorunda kalıyor. Yani ekolojik yıkım, doğrudan demografik değişim yaratıyor; köyler boşalıyor, kentlerin varoşları büyüyor. Göç edenler işsizliğe, yoksulluğa, güvencesizliğe mahkûm ediliyor. Bu durum sınıfsal eşitsizliği daha da derinleştiriyor. İktidarın güvenlik gerekçesi dediği şey bölge halkının göç etmesi ve boşaltamadığı, yakamadığı köyü açlığa mahkûm etmek.
Talan eşitsizliği derinleştiriyor
Toplumsal yansımalardan biri de kadınların yaşadığı yük. Akbelen’de ön safta duran çoğu kadın, ormanın yok edilmesinin en çok onları vurduğunu söylüyor. Çünkü tarımsal üretim düştüğünde ilk olarak kadın emeği değersizleşiyor. Evde çocuklara bakma, su taşıma, gıda üretme yükü daha da ağırlaşıyor. Ekolojik yıkım, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini katmerliyor. Kadınlar, doğayı savunurken aslında kendi yaşam haklarını, çocuklarının geleceğini de savunuyor. Bir diğer toplumsal yansıma, kuşaklar arasındaki çatışma ya da ortaklaşma. Gençler çoğu zaman göç etmek istiyor çünkü köyde yaşam olanaksız hale geliyor. Ama aynı gençler, Akbelen’de olduğu gibi direnişin de motor gücü oluyor.
Sosyal medyada kampanyalar yürütüyor, ulusal ve uluslararası kamuoyu oluşturuyor. Ekolojik mücadele, bir yandan gençleri köylerinden koparırken, öte yandan onlara yeni bir politik ufuk açıyor. Üzerine az düşünülen sosyal medya talanı görünür kılan bir alan haline geliyor. Öyle ki, bugün, Akbelen’den Besta’ya birçok ekolojik alan köylülerin dışına çıktı ve mücadele eden aktivistlere, sosyalistlere ve devrimcilere ilham olan birer direniş alanına dönüştü. Bu yıkımlar, şehirde yaşayan halkı da etkiliyor. Zira şehirlerin havası kömürlü termik santrallerle kirleniyor, suları zehirleniyor. Dolayısıyla ekolojik yıkım, kırsalla sınırlı değil; ülke çapında bir halk sağlığı sorunu. Ama devletin ve şirketlerin bu sorumluluğu üstlenmek yerine “kalkınma” adı altında bunu normalleştirmesi, toplumsal güven duygusunu sarsıyor. İnsanlar devlete güvenmek yerine kendi örgütlülüklerine, dayanışmalarına yaslanıyor. İşte bu nedenle Akbelen nöbeti sadece bir köyün mücadelesi olmaktan çıktı, Türkiye’nin dört bir yanından dayanışma akınına uğradı.
Ekoloji mücadeleleri diğer mücadele alanlarına ilham olacak
Sonuçta görünen şudur: Ekolojik yıkım, sınıf meselesiyle, cinsiyet eşitsizliğiyle, demokratik haklarla, halk sağlığıyla doğrudan bağlantılı. Akbelen’deki direnişle Besta’daki orman tahribatı farklı gerekçelerle yapılıyor olabilir ama ortaya çıkan toplumsal sonuç aynı: Doğasız, geçimsiz, umutsuz ve açlığa mahkum edilmiş bir halk yaratmak. Fakat halk buna boyun eğmiyor; direniş büyüyor, ekolojik mücadele dinamikleri diğer mücadele alanlarına ilham olmaya devam ediyor. İşte Türkiye’nin temel çelişkisi burada yatıyor: Devlet ve sermaye yaşamı yok ederken, halk yaşamı savunuyor. Akbelen’de direnen köylüler, Besta’da köyünü terk etmeyenler, Cudi’de, Munzur’da, Dersim’de, Tokat’ta, Kazdağları’nda, Dipsizgöl’de yaşamı savunanlar bize geleceği kuracak olanların iradesini bir kez daha gösteriyor. Direnişleriyle ilham oluyor.